8 Eylül 2007 Cumartesi

Carmina Burana....

İnsanın bu kadar sevilen bir şarkının aslında meşhur Faşist Diktatör Adolph Hitler'e ithafen bestelendiğini düşününce içi titrese de, müziğin kendini alıp götürmesine engel olamıyor. Yıllardır İzmir devlet Opera ve Balesinde her sergilendiğinde biletleri satışa çıktığı gibi tükenir biletleri.

Carmina Burana (beuren'in şarkıları) 1803'te bavyera yöresinde münih'in güneyinde benediktbeuern kasabasındaki benedikten manastırında bulunan ve tarihi 13. yüzyıl'a dayanan metinlerdir, Carl Orff bu metinleri orijinal melodilerini kullanmadan bir cantata olarak bestelemiş,

Carl Orff'un trionfi adlı sahne kantatı üçlemesinin ilk bölümüdür. Kutsal olmayan (profane) şarkılar anlamına gelir.

Metni orta çağ avrupası'na ait şiirlerden oluşur. Carl Orff' un yalınlık arayışının en güçlü örneklerinden olup, 20. yüzyıla damgasını vurmuş iki neo-primitif eserden biridir (Diğeri : le sacre du printemps). Cantus planus geleneği, lutherien korolar, italyan operası gibi esin kaynaklarına dayanan eserde, Carl Orff'un amaçladığı, 13. yy müziğini kendine has bir tarz ile yeniden canlandırmaktır.

Orkestrasyonu her ne kadar renkli ve ustaca olsa da tematik gelişme ve kontrpuan eksikliği yüzünden eleştirilmiştir, oysa bunlar Carl Orff'un amacına uygun özellikler değildi.

Eserin en iyi yorumu, şüphesiz eugen jochum'un dietrich fischer-dieskau ile yaptığı kayıttır. Diğer önemli kayıtlarsa, welser-möst, mehta, muti, prévin, ormandy, ozawa, dorati, plasson şeklinde sıralanabilir.

Trionfi üçlemesinin diğer iki bölümü: catulli carmina ve trionfo di afrodite'dir

Tüm bölümleri ile carmina burana aşağıdaki sıradan gider, ama carmina burana dendiğinde akla gelen ilk olarak o fortuna, ardından da fortune plango vulnera olur,

İçerik:

Not: (Link'e tıklayınca sözlerin olduğu sayfaya yönlenirsiniz.)

  • Fortuna Imperatrix Mundi (Fortune, Empress of the World)
    • 1. O Fortuna
    • 2. Fortune plango vulnera
  • I. Primo vere (In Springtime)
    • 3. Veris leta facies (No strings and only a small chorus)
    • 4. Omnia sol temperat
    • 5. Ecce gratum
  • Uf dem anger (On the Lawn)
    • 6. Tanz
    • 7. Floret silva nobilis (Small and large choruses)
    • 8. Chramer, gip die varwe mir (Small and large choruses) [German]
    • 9. Reie [German]
    • 10. Were diu werlt alle min [German]
  • II. In Taberna (In the Tavern)
    • 11. Estuans interius
    • 12. Olim lacus colueram (No violins used)
    • 13. Ego sum abbas (Only percussion and brass with chorus)
    • 14. In taberna quando sumus
  • III. Cour d'amours (The Court of Love)
    • 15. Amor volat undique (Boys chorus with soprano)
    • 16. Dies, nox et omnia
    • 17. Stetit puella
    • 18. Circa mea pectora
    • 19. Si puer cum puellula
    • 20. Veni, veni, venias (Double chorus with two pianos and six percussionists)
    • 21. In truitina
    • 22. Tempus est iocundum (Two pianos, percussion and all vocalists except tenor)
    • 23. Dulcissime
  • Blanziflor et Helena (Blanziflor and Helena)
    • 24. Ave formosissima (Three glockenspiels with independent parts)
  • Fortuna Imperatrix Mundi (Fortune, Empress of the World)
    • 25. O Fortuna (Fortune, Empress of the World)


İçeriğine yönelik biraz ipucu vermek istersek

ama me fideliter!
fidem meam, nota,
de corde totaliter, et ex mente tota!
sum presentialiter; absens in remota
quisquis amat taliter, volvitur in rota.

sadakatle sev beni!
bak, tüm kalbim ve ruhumla sadığım ben!
uzakta olsam da buradayım.
bu kadar seven, bilir yolları aşmayı.



Herşeye rağmen insan mutlaka hayatında bir kere bile olsa canlı performansla bu eseri izlemeli. Hala izlemediyseniz acele edin...

4 Eylül 2007 Salı



Kalbin alev alevdir patlamaya hazır bir volkan gibi.
Şimşekler çaktırır gökyüzü hiddetle gözlerini hiç kaçırmadan izler seni.

Susukunluğun dizginleri yavaş yavaş ellerinden kayıp giderken.

Gökyüzünden karanlığı çağıran dumanlar örter güneşi.
Tek aydınlık içinden sızan lavların kırmızı ateşidir.
Söylenecek söz kalmamıştır artık.
Tüm muhteşemliğiyle zaman senindir. Sana aittir söylenecek tüm övgüler.


En yükseklere kadar ulaşır dumanlı ateş
küllerini her yere savurmadan önce
yangının en hararetli anında
herşeyi savurur en derinlerden enginlere

22 Temmuz 2007 Pazar

İzmir Fuarı simgelerinden birini yitirdi.

Pak Bahadır'ı 59 yaşında kaybettik




Yarım asırdır 200 metrekarelik bir kafeste tek başına yaşayan 59 yaşındaki Pak Bahadır'ın kalbi, eklemlerindeki şiddetli enfeksiyon yüzünden alındığı ameliyatta durdu.
1948'de doğan Pak Bahadır, Pakistan'dan İzmir Büyükşehir Belediyesi Kültürpark Hayvanat Bahçesi'ndeki yeni yuvasına 1954 yılında getirildi. Yıllardır İzmirlilerin sevgilisi olan Pak pahadır'ın eklem ve ayaklarındaki enfeksiyon artıp da ağrıları dayanılmaz bir hale gelince, Almanya'dan iki uzman yardımla çağrıldı. Teşhis konuldu: "Acilen ameliyata alınmalı."
Hayvanat Bahçesi amiri veteriner hekim Çağlayan İnanlı bundan sonrasını şöyle anlattı: "Beş tonun üzerindeki hayvana yapılacak operasyon için birçok önlem almıştık. Günün en serin saatleri olması nedeniyle sabaha karşı saat üçte Bahadır açık alana salındı. Üfleme çubuğu ile uygulanan anesteziyi takiben 20 dakikada oturur duruma gelen Bahadır vücudunun herhangi bir yerine zarar gelmemesi için Hayvanat Bahçesi personelinin desteğiyle yatırıldı ve ayakları tedaviye hazır hale getirildi. Ancak tüm çabalara rağmen Bahadır'ın kalbi daha fazla dayanamadı."
Pak Bahadır'ın cesedi vinçlerle kaldırılıp kamyonla Sasalı'da yapımı süren Doğal Yaşam Parkı'na götürülerek gömüldü. İyileşseydi burada kendisi için inşa edilen 15 dönümlük 'saray gibi' yuvasına taşınacaktı. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, acı haberi duyduktan sonra yazılı açıklama yaparak Doğal Yaşam Parkı'na Pak Bahadır'ın heykelinin dikileceğini söyledi.

19 Temmuz 2007 Perşembe

Kordonda bir gece



Dün akşam işyerinden arkadaşlarla yine kordondaydık. Yıllar geçsede ayrı bir güzellik eklemesede hep aynı denzi ve gökyüzünün ondaki aksini seyretmenin zevki de hiç değişmemekte. Fotoğraflardan yansıyan sadece gözlerimizin gördükleri değil.














16 Temmuz 2007 Pazartesi

Akşam esintisiyle birlikte hafif nemli bir imbat esmekte pencereden içeriye doğru. Denizin yosun iyot karışımı kokusu genzimi yakarken nescafemi yudumladım.

Havanın kararmasını beklerken gökyüzündeki alaca kırmızı rengarenek dansı izlemeye koyuldum.


Gün batıyordu.

Islak yanaklarındaki gözyaşı damlaları gibi akıp gidiyordu zaman. elin varmıyordu kurulamaya. Bırakasın vardı yaşamı dilediği yöne akıp gitmesi için.

Yorgun bıkkın ve umursamaz değildin. Sadece kendi kararlarının ulaşılmaz beklentilerinden yorulup hayata teslim etmiştin kendini.

İşte bunları düşündüm nerden aklıma geldiysen. Nescafe mi yudumlamaya devam ettim.

Gün battı.

14 Temmuz 2007 Cumartesi

Şirince

Şu yeryüzünde cennet diye bir yer varsa, bizim Kırkınca -Şirince-cennetin bir parçası olması gerekir

Demiş Çocukluğunun bir kısmını Şirince’de geçiren Yunanlı yazar Dido Sotiroyo “Benden Selam Söyle Anadolu” ya adlı yazıtında.


Dönem dönem, dağlara vuran kırk kişi tarafından kurulduğu rivayetine atfen, Kırkınca, Kırkıca, Kirkice, Kirkince ve nihayet Çirkince gibi isimlerle anılmış, Cumhuriyet'in ilk yıllarında dönemin İzmir valisi Kazım Dirik'in talimatıyla ismi Şirince şeklinde resmileştirilmiştir.

1924 Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi öncesinde 1800 haneli bir Rum köyüydü. Mübadele ile birlikte Rumların ayrılmasıyla (çoğu Katerini'nin Nea Efesos köyüne yerleşmiştir), Kavala'nın Müştiyan (Moustheni) ve Somokol (Domatia) köylerinden gelen mübadiller iskan edilmiştir. Köyün evvelce bağcılık, şarap üretimi ve zeytinciliğiğe dayalı olan ekonomisi, bir tütün bölgesinden gelen yeni sakinlerinin elinde bir süre sekteye uğramış, ancak son yıllarda artan turistik önemine paralel olarak, bu sektörler yeniden gelişmeye başlamıştır. Bağcılık ve zeytinciliğin yanısıra, şeftali, incir, elma, ceviz yetiştirilir. Turizmin gelişmesiyle, 1950'li yıllarda 2000-3000 civarında iken sonradan 700'e kadar düşen köy nüfusu, özellikle büyük şehirlerden gelen emeklilerin buraya yerleşmeleriyle, tekrar yükseliş eğilimi içine girmiştir. Köyde halen pek çok eski Rum evi pansiyon olarak hizmet vermektedir.

Şirince'de yetişen üzümlerden elde edilen değişik şarap türleri Türkiye çapında ün kazanmıştır. Aşağıda Şirinceden çeşitli fotoğraflar sunuyorum. Mutlaka gidip bir şişe meyveli şarap edinmeniz gereken hoş bir köy.






Efes Antik Şehri



Tarihin şekillenmeye başladığı zamanlarda tarihin nefes alıp verdiği topraklardayız anlatmaya belki ömür yetmez bu toprakları ama olsun biz başlayalımda bir arkasını getirir elbet.



İzmir İli Selçuk İlçesi sınırları içindeki antik Efes kenti’nin ilk kuruluşu M.Ö. 6000 yıllarına, Neolitik Dönem olarak adlandırılan Cilalı Taş Devri’ne kadar inmektedir. Son yıllarda yapılan araştırmalar ve kazılarda Efes çevresindeki höyükler (tarih öncesi tepe yerleşimleri) ve kalenin bulunduğu Ayasuluk Tepesi’nde Tunç çağları ve Hittitler’e ait yerleşimler saptanmıştır. Hititler Dönemi’nde kentin adı Apasas’tır. M.Ö. 1050 yıllarında Yunanistan’dan gelen göçmenlerin de yaşamaya başladığı liman kenti Efes, M.Ö. 560 yılında Artemis Tapınağı çevresine taşınmıştır. Bugün gezilen Efes ise, Büyük İskender’in generallerinden Lysimakhos tarafından M.Ö. 300 yıllarında kurulmuştur. Hellenistik ve Roma çağlarında en görkemli dönemlerini yaşayan Efes, Asya eyaletinin başkenti ve en büyük liman kenti olarak 200.000 kişilik nüfusa sahipti. Efes, Bizans Çağında tekrar yer değiştirmiş ve ilk kez kurulduğu Selçuk’taki Ayasuluk Tepesi’ne gelmiştir. 1330 yılında Türkler tarafından alınan ve Aydınoğulları’nın merkezi olan Ayasuluk, 16.Yüzyıl’dan itibaren giderek küçülmeye başlamış, 1923 yılında Cumhuriyetimizin kuruluşundan sonra Selçuk adını almış ve bugün 30.000 kişilik nüfusa sahip turistik bir yerdir.

Antik dünyanın en önemli merkezlerinden biri olan Efes, İ.Ö. 4.bine dek giden tarihi boyunca uygarlık, bilim, kültür ve sanat alanlarında her zaman önemli rol oynamıştır.

Doğu ile Batı (Asya ve Avrupa) arasında başlıca kapı durumunda olan Efes önemli bir liman kenti idi. Bu konumu Efes’in çağının en önemli politik ve ticaret merkezi olarak gelişmesini ve Roma Devrinde Asia eyaletinin başkenti olmasını sağlamıştır.
Ancak, Efes antik çağdaki önemini yalnızca büyük bir ticaret merkezi olarak gelişmesini ve başkent oluşuna borçlu değildir. Anadolu’nun eski anatanrıça (Kybele) geleneğine dayalı Artemis kültünün en büyük tapınağı da Efes’de yer alır. Bu tapınak dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilir.

Efes tarihi boyunca birçok kez yer değiştirdiğinden kalıntıları geniş bir alana yayılır. Yaklaşık 8 km²lik bir alana yayılan bu kalıntılar içinde kazı-restorasyon ve düzenleme çalışmaları yapılmış, ziyarete açık olan bölümlerdir.

1- Ayasuluk Tepesi (İ.Ö. 3. bine tarihlenen en erken yerleşim ile Bizans Devrine ait, Hıristiyanlık dünyası için büyük önem taşıyan St. Jean Kilisesi),



2- Artemision (İ.Ö. 9-4. yüzyıllara ait önemli bir dini merkez; dünyanın yedi harikasından biri olan Artemis Tapınağı)

3- Efes (Arkaik-Klasik-Hellenistik-Roma ve Bizans Devri yerleşimi),

4- Selçuk (Selçuklu, Osmanlı Dönemi yerleşimi ve bu yerleşimi barındıran, bugün önemli bir turizm merkezi olan modern kent),


Antik Çağda önemli bir uygarlık merkezi olan Efes bugün de yılda ortalama 1,5 milyon kişinin ziyaret ettiği önemli bir turizm merkezidir.
Efes’teki ilk arkeolojik kazılar British Museum adına J.T. Wood tarafından 1869 yılında başlamıştır. Wood’un ünlü Artemis Tapınağını bulmaya yönelik bu çalışmalarına 1904 yılından sonra D.G. Hogarth devam etmiştir. Bugün de çalışmalarını sürdüren Avusturyalıların Efes’teki kazıları ilk olarak 1895 yılında Otto Benndorf tarafından başlatılmıştır. Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’nün 1. ve 2. Dünya Savaşları sırasında kesintiye uğrayan çalışmaları 1954 yılından sonra aralıksız devam etmiştir.
Efes’te Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’nün çalışmalarının yanı sıra 1954 yılından itibaren Efes Müzesi de T.C. Kültür Bakanlığı adına kazı, restorasyon ve düzenleme çalışmalarını sürdürmektedir.


EFEST’TEKİ ANTİK YERLER:

ST.JEAN BAZİLİKASI

Bizans İmparatoru Justinyen’in MS.6.yy.’da St.Jean adına yaptırdığı bazilika,Ayasuluk Tepesi’nde yer almaktadır.40X110 metre boyutlarındadır.Batıdan girilen yapının planı bir haç’ı andırır.

Kilise kısmı kalın fil ayakların taşıdığı altı büyük kubbe ile örtülü olan bazilike ve Nartex bir kubbe ile örtülüdür.

Bazilika’nın ortasında kubbe altında ve zemin seviyesi altında olan St.Jean Mezarı’nın doğu tarafında rahiplerin oturdukları kısımlar bulunur.Bu yapılar kiliseden yarım daire biçiminde ayrılır.Mezar alanının kuzeyinde aziz resimlerden oluşan fresklerin bulunduğu kilisenin restore edilen sütun başlıkları üzerinde İmparator Justinyen ile karısı Theodora’nın monogramları vardır.





ARTEMİS TAPINAĞI
Efes’lilerin ilk yerleşimlerinin bu tapınağın olduğu yerde bulunduğu bilinmektedir.Daha sonra bir depremle tapınağın yıkılması üzerine Roma İmparatorluğu’nun yardımı ile Efes’liler tapınağı yeniden ve daha gösterişli bir biçimde inşaa etmişlerdir.Dünyanın 7 harikasından biri olarak kabul edilen Efes Artemis Tapınağı’nın bugün sadece temel kalıntıları bulunmakatdır.

Selçuk’tan Kuşadası Yolu’na girişte sağda bu görkemli tapınağın kalıntıları ile karşılaşılır.Bakir Doğa Tanrıçası Artemis inancının köken itibarı ile bir Anadolu inanışı olduğu ve kaynağının Hititlerin ana tanrıçası Kibele’ye dayandığı bilinmektedir.Efes’te bu iki ana tanrıça bolluk ve bereket timsali olarak anılmakta ve İlyada Destanları’nda da doğum yeri olarak eski Yunancada bıldırcın anlamına gelen " Ortyge " olduğu bildirilmektedir.Ortyge’nin bugün Efes’te kurulduğu yer olan Bülbül Dağı’ı olduğu kaynaklarda yer almaktadır.Artemis Tapınağı 127 sütunlu olup cephedeki 36 sütunu kabartmalıdır.Tapınağın 125 metre uzunluğu,60 metre genişliği ve 25 metre yüksekliği olabileceği düşünülmektedir.Tapınağın en eski kalıntılarının MÖ.6 yy’a kadar tarihlendiği,tapınağın ikinci kez yapılışında ölçülerin 105 metre uzunluk,55 metre genişlik,25 metre yükseklik ile 600 metrekarelik bir alana yayıldığı bilinmektedir.

En son olarak MS.263 yılında Got’lar tarafından saldırıya uğrayan tapınak yıkılmış ve yağma edilmiştir.1869 yılında İngiliz Wood tarafından bulunan Artemis Tapınağı’nda 1904’de yine İngiliz olan Hogart kazılarını sürdürmüştür.Bugün Ören yerindeki kazılar Avusturalya’lılar tarafından yapılmaktadır.

TİYATRO
Efes Harabeleri’nin en güzel yapılarından biri olan tiyatro oldukça sağlam kalmış ve restorasyonlarlabugün de Efes Festivali gibi şenliklerde rahatlıkla kullanılmaktadır.Bu güzel ve 25.000 kişi kapasiteli büyük bir tiyatronun kuzey batısında 2 ionik sütunlu hellenistik bir çeşme yerleştirilmiştir.Tiyatronun ilk kez hellenistik dönemde yapıldığı bilinmekte ise de bugüne gelen tiyatronun İmparator Cladius zamanında yeniden inşaasına başlatıldığı,İmparator Trianus (98-117) döneminde tamamlandığı bilinmektedir.Tiyatronun ön kısmında oldukça sağlam ve iri taşlardan yapılmış soyunma yerleri belirgin şekilde görülmektedir.Bu mekanlar günümüzde " Efes Festivali " için sanatçıların soyunma yerleri olarak kullanımaktadır.İlk döneminde 3 katlı olan tiyatro her biri 22’şer basamaklı üç bölümden oluşur.Sahne binası 18 metre yüksekliğindedir.MS. 54 yıllarında St.Paul ’un bu tiyatrodan Efes’e seslendiği ve büyük tepkiyle karşılandığı rivayet edilir.25X40 ebatlarındaki sahnenin arka duvarları son derece süslü ve nişler içinde heykellerin bulunduğu bir görünüm taşımaktadır.Akustiğin çok iyi olduğu tiyatroda,sahnenin görünmesini sağlamak açısından tribün çok dik inşaa edilmiştir.




CELSUS KİTAPLIĞI
Agora’nın güney yanında yer alan Celsus Kitaplığı,MS.135 yıllarında Asya Konsülü Julius Celsus Halemaeanus adına oğlu Julius Agiula tarafından Romalı Mimar Vitruoya’ya yaptırılmıştır.60.92x16.72 metre ebatlarındaki dıştan iki katlı içten 15 metre yüksekliğinde tek bir salondan oluşur.Salonu çevreleyen 3 katlı galerilerden duvarlara serpiştirilmiş pencerelerden ışık süzülür,arka duvardaki bir kapıdan Celsus’un mezarına geçilir.Celsus’un burada bulunan heykeli bugün İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir.

Roma Mimarı özelliklerini tümüyle yansıtan yapının ön cephesinin dekorasyonu devrin en güzel örnekleri arasında yer alır.Ön cephe kolonları arasında yer alan 4 kadın heykeli " Akıl ", " Kader ",İlim " ve " Erdem " öğelerini sembolize eder.Bu heykellerin orijinalleri bugün Viyana Müzesi’nde bulunmaktadır.Parşömen ruloların,kitaplıkta nemden etkilenmemesi için iki tarafı tuğladan örülmüş kapalı raflarda korundukları belirlenmiştir.Bu kitaplık kendi döneminde dünyanın sayılı bilim adamı ve düşünürünün yetişmesine aracı olmuştur.







YEDİ UYURLAR

İzmir ili Selçuk ilçesinde Yedi Uyurlar Mağarası bulunmaktadır. Yedi Uyurlar yüzyıllar boyunca Anadolu’da yaşayan ve din kitaplarına da girmiş bir öyküdür. Yedi Uyurlarla ilgili Selçuk’taki mağaranın yanı sıra Anadolu’da, Diyarbakır Lice ilçesine 15 km. uzaklıktaki İnceburun Dağları’nda da aynı isimli bir mağara bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Yedi Uyurların Afşin-Elbistan, Eskişehir ve Tarsus’ta da makamları vardır.

Yedi Uyurlar tarihi çağlarda yaşamış, Yamliha, Mekselina, Meslina, Mernuş, Debernuş, Saznuş ve çoban Kefeştatyus isimli yedi gencin başından geçen mucizevî bir olaydır. Bu olay kutsal kitaplarda ve tarihi kaynaklarda da yer almış, çeşitli el yazmalarına da konu olmuştur. Yedi Uyurlar mucizesi Kuran’ın 110 ayetten meydana gelen Kehf Suresinde (18.sure) 8 ile 25. ayetleri arasında anlatılmıştır.

Yedi Uyurlar öyküsüne göre, çok tanrılı dinin hüküm sürdüğü kentte yedi genç adam Hıristiyanlığa ve tek tanrıya inanmışlardı. O sırada yöreyi yöneten kral zalim olduğu kadar koyu bir pagan idi. Tebaasının tüm dinsel özgürlüğünü sıkı kontrol altına almıştı. Bu baskıdan kurtulmak için çare arayan gençler bir mağaraya sığınmışlardır. Bu olay aynı zamanda da Taberi’nin yazmış olduğu Tafsir-ül Menakip Tercümetu’l Mevait isimli eserinde de anlatılmıştır:



Sanal tur için aşağıdaki haritayı kullanabilirsiniz.

Agora Antik Kenti



İzmirin orta yerinde (Basmane) bir antik şehir yatmakta. Çocukken pek çok defalar önünden geçerken demir parmaklıklar ardından seyrettiğim bu yer pek çoğumuza ilginç gelmiştir herhalde. Peki nedir bu Agora?


Agora, antik Yunan kentlerinde, şehirle ilgili politik, dini, ticari her türlü faaliyetin gerçekleştiği, tüm kamu binalarının etrafında sıralandığı halka ait geniş açık alan olup, Helenistik dönemde şekillenip Roma İmparatorluğu’nda ortaya çıkan forumların öncülüdür.

İlk agoralar şekil olarak son derece basit olup, bir kürsü ve oturma yerleri bulunan mekanlar coşkulu konuşmalara sahne olmaktaydı. Dini içerikli şenlikler ve tiyatro gösterileride ilk zamanlar agorada düzenleniyor olmalıdır

Agora, "şehir meydanı, çarşı, pazar yeri" anlamına geliyor. Romalılar döneminde, Milat'tan Sonra 2'nci Yüzyıl'da kurulan İzmir Agorası'nda, ticaretin, sanatın yoğunlaştığı, felsefenin temellerinin atıldığı; anıtlar, sunaklar, paha biçilmez heykeller bulunuyor. Üç kat halinde inşa edilen tarihi mekanın 1932-1941 yılları arasında yürütülen kazılarla büyük bölümü ortaya çıkarıldı. Uzun yıllar sonra ise son dönem kazıları 1996'da başladı. Halen 16 bin 590 metrekarelik alanda sürüyor.


Seçime Doğru

Seçimlere az kaldı. Artık her yerde kafası karışmış insanlar görmek mümkün. Aile sohbetlerinden işyerindeki molalara değin herkesin sorduğu soru ne olacak şimdi? Son 4,5 yılda yaşananlar gözönüne alındığında nelerin yitip gittiğine sadece bakakalmıştık. Oysa şimdi sıra bizde. Bazı insanlara rağmen istemesek te yağmamız gereken şeyleri yapmak zorundayız. Kaçış yok ne yazık ki. Burası bizim ülkemiz. Geçtiğimiz seçimde AKP yi tek başına iktidar yapan aldığı %27 oy değil oy vermeyen %25 dir. Bu oy kullanmayan insanlardan dolayı AKP geçerli oyların %34 ünü aldı. Müthiş başarılı CHP nin oy oranı 14,7 dir Yüzde 9,8 den ancak 14,7 ye arttırabildiler ki DSP %20 lerden %1 e gitmiş YTP ile birleşilmiş vs. vs. vs.

Hayatını ülkesine hizmet etmek için adamış!! bazı insanların artık gerçekleri görüp kendi bireysel çıkarları yerine ülkelerine şapkalarını alıp giderek hizmet etmeliler. Bu gün içinde olduğumuz tablo tepki oyları ve oy vermeyen vatandaşlarımız tercihidir. Oy vermek sorumluluktur ama oy vermeyerek sorumluluktan kaçmıyorsunuz.

22 Temmuz için geri sayım başladı. Haydi sandık başına.

13 Temmuz 2007 Cuma

İzmir'in Tarihçesi

İzmir'in Tarihçesi

Smyrna/İzmir İsminin Anlamı:

İzmir'in bir yerleşim alanı olarak ortaya çıktığı dönemlerden başlayarak, farklı isimlerle anılmış olduğuna dair ileri sürülen görüşler bulunmaktadır. Ancak kısa sürelerle de olsa, kullanıldığı sanılan bu isimlerin hiç birisi, Smyrna adı gibi sürekli ve kalıcı olamamıştır. Zaten bugün İzmir olarak kullandığımız isim de, Smyrna kelimesinin dönüşmüş biçimidir. Smyrna kelimesinin daha erken biçimlerinin Samorna veya Smurna olduğu da iddia edilmektedir. Ancak kesin olarak izlenebilen gelişim, Smyrna biçimiyle ilgilidir. Smyrna ismi, kentin uzun tarihi boyunca varlığını sürdürmüş ve Türkler tarafından fethedildikten sonra İzmir şeklinde söylenmeye başlanmıştır. Smyrna kelimesinin başına, Türkçe söylenişi sırasında İ sesi gelmiş ve İsmir olarak telaffuz edilmeye başlanmış, daha sonra da bugün kullanılan İzmir biçimine dönüşmüştür.
Kentlerin isimlerinin anlamı, onların geçmişleri hakkında bazı ip uçlarını barındırabilmektedir. Bu ip uçları, kentlerin kuruluşları veya geçirdikleri dönüşümlere ışık tutabileceği için önemlidir. İzmir buna iyi bir örnektir. Çünkü Smyrna ismi kentin kuruluş hikayesine dair izler taşımakta; kelimenin İzmir şekline dönüşmesi ise, kentin bir kültürel yapıdan başka bir kültürel ortama geçmesini simgelemektedir.
İlk çağlarda kentlerin koruyucusu olduğu düşünülen veya kentte yaşayanların karşılaştığı sorunların çözümüne katkıda bulunduğu var sayılan doğa üstü güçlere inanılırdı. Bu nedenle doğa üstü güçleri temsil eden mekanların yakınında kent kurmak, insanların genel eğilimiydi. İşte kentimizin de Smyrna kelimesiyle adlandırılmasında, kurulduğu yerin yakınında böyle kutsal bir alanın bulunmasının etkili olduğu sanılmaktadır. Bu kutsal alanın, Halkapınar kaynağı ve bu kaynağın oluşturduğu gölcük olduğu iddia edilmektedir. 19. yüzyılda İzmir'e gelen Avrupalı seyyahların Diana Hamamları adıyla bahsettikleri Halkapınar kaynağı ve gölünün, ana tanrıça tapınma alanı olduğu da sık tekrarlanan bir bilgidir.

TEPEKULE HÖYÜĞÜ(BAYRAKLI):
Kentin başlangıcı hakkında bugün Bayraklı semtinde yer alan ve Tepekule olarak bilinen ören yerinin, eski İzmir'in kuruluş yeri olduğuna pek şüphe bulunmamaktadır. Burasının kuruluş yeri olarak seçilmesi, dışarıdan gelecek saldırılara karşı savunma kolaylığı sağlamasındandır. Kuruluş yerinin tercihinde öne çıkan faktörlerin başında güvenlik kadar ticari aktivite de belirleyiciydi. Bir yarım ada üzerinde bulunuşu, kente doğal bir liman imkanı sağladığından, deniz ticaretine uygun ortam hazırlıyordu.
Bayraklı'da yapılan kazılarda elde edilen buluntular, İzmir'in kuruluşunun İÖ. 3000 yıllarına kadar indiğini göstermektedir. İzmir'in bu ilk döneminden geriye kalan en önemli miras, şehrin kendisidir. Bugüne kadar yapılan çalışmalarda, kentin ızgara planlı, yani bir-birini dik kesen sokaklarla örülü bir yapıda olduğu anlaşılmıştır. Kente ilişkin önemli bulgular arasında iki tapınak, şehrin surları, sivil mimari örnekleri, cadde, sokak ve çeşmeler sayılabilir.

KADİFEKALE
İzmir'in yeniden kurulması, Türkçe'de Büyük İskender diye bilinen Makedonyalı Alexander The Great'a bağlanır. Büyük İskender İran seferinin başlarında, İÖ. 334 yılında Pers İmparatorluğu'nun Anadolu'daki ordusunu yendikten sonra, ordularıyla Efes üzerine ilerlemişti. Bu harekat sırasında İzmir yöresine geldiği ve söylenceye göre, şimdiki Kadifekale civarında ilahi bir işaret almış ve kendisinden orada yeni bir Smyrna kenti kurması istenmişti. Kentin kuruluşunun İskender'in önde gelen iki komutanı tarafından gerçekleştirildiği kabul edilmektedir. Bilindiği üzere Kadifekale, bu dönemin bir hatırası olarak kentin üzerinde bir taç gibi durmaktadır.

AGORA
İzmir, Roma İmparatorluğu döneminde önem kazanmış ve ticaret kenti olma özelliğini geliştirmiştir. Roma İmparatorluğu döneminde kentin pek çok eser kazandığı bilinmektedir. Cadde ve sokaklar taş döşeme ile kaplanmış, kentin görüntüsüne Roma mimarisi hakim olmuştur. Ancak ne yazık ki bu eserlerden büyük çoğunluğu günümüze ulaşamamıştır. Fakat Roma dönemi eserlerinden bazılarının kalıntıları, İzmir'in geçmişten getirdiği izler olarak kentte yaşamaktadır. Bu kalıntıların başında hiç şüphesiz Agora gelmektedir.
Her türlü tahribata uğramasına ve bakımsızlığına rağmen büyük bölümü günümüze ulaşabilmiş olan devlet agorası Roma dönemi yapıları içinde en dikkat çekici olanıdır. İS. 178 deki deprem sonrasında tamir edilmiş şeklini yansıtan agoranın bir bölümü de, kazı çalışması yapılmadığı için toprak altındadır.

KONAK MEYDANI
XVIII. yüzyılda başlayan, Osmanlı Devleti'nin modernleşme sürecinin kentlere yansıması, XIX. yüzyıl başlarına denk gelmiş ve bu dönüşüm, İzmir'in fiziksel yapısında yeni bir kentsel dokunun ortaya çıkmasına zemin oluşturmuştur. Bu nedenle imparatorluğun diğer kentlerinde olduğu gibi İzmir'de de, XIX. yüzyıl öncesinde kamusal bir merkez bulmamız mümkün değildir. Dolayısıyla İzmir'de böyle bir merkezin oluşumu, devletin modern bir monarşi olma yoluna girmesine bağlı olarak ortaya çıkabilmiştir.

Katip-oğlu Konağı
XIX. yüzyıldan itibaren oluştuğunu belirttiğimiz konak çevresindeki kamusal mekanın başlangıcı İzmir'in ünlü ayan ailesi Katipoğulları'na uzanmaktadır. 18. yüzyılın başından itibaren varlığını bildiğimiz aile, belirtilen yüzyıl içinde giderek güçlenmiş ve İzmir'in yönetiminde en etkili odaklardan birisi olmuştur. İşte Konak meydanı olarak bildiğimiz meydana adını veren yapı, Katipoğlu ailesinin konağıdır. Bu konağın dış avlusunu çevreleyen duvarların daha doğrusu cümle kapısının önündeki küçük boş alan, İzmir'in ilk Konak meydanıdır.
Konağın arka tarafında küçük bir türk mezarlığı olan sulu mezarlık, Meydanın denize doğru ucunda ise bugün de hala varlığını sürdüren Ayşe hatun camii yani Yalı camii yer alırdı.
II. Mahmut'un devlet yönetimini merkezileştirme amacıyla, ayanları tasfiye etmesinden Katipoğlu ailesi de nasibini almış ve konak, ailenin diğer mallarıyla birlikte 1816 yılında devletleştirilmiştir. Bundan sonra Konak, İzmir mutasarrıflarının ikametgahı ve aynı zamanda İzmir sancağının idari binası olarak hizmet vermeye başlamıştır. 1863 yılına gelindiğinde, Katip-oğlu ailesinden kalan ve yıkılmaya yüz tutan ve İstanbul'a yazılan raporlarda harabeye dönüştüğünden söz edilen konağın tamiri talep edilmekteydi. 1864'de İzmir, Aydın Vilayetinin merkezi haline getirilmiştir. Bu değişiklik hükümet konağı projesinin de yeniden ele alınmasına ve revize edilmesine neden olmuştur. Yeni hükümet konağının yapılırken binanın gösterişli olarak yapılması ve bir prestij kurumu olarak tasarlanması düşünülmüştür. İnşaat 1869-70 de başlayabilmiş ve 1872 de tamamlanabilmiştir.

Sarı Kışla
Yeniçeri ocağının 1826'da kaldırılması sonrasında yeni kurulan ordunun nefer ve subaylarını İzmir'de barındıracak, talimlerini yapabilecek ve ticaret açısından istikrarlı ortam oluşturmak amacıyla bir kışlanın inşa edilmesi acil bir durum olarak ortaya çıktı.
Bugün Konak Meydanı olarak bildiğimiz alanın 1826 yılından önceki durumunu görme şansımız olsaydı, yukarıda belirttiğimiz gibi sarı kışlanın yerleştirildiği sahada 10 sabun atölyesi, büyük bir tuz-hane, 4 kahvehane, 3 manav dükkanı, 3 meyhane, çeşitli vakıf dükkanları, 44 odalı bir Yahudi-hane ve bazı evlerden oluşan bir doku ile karşılaşacaktık. 1826 yılında İzmir muhafızı Hasan Paşa ve İzmir kadısına yazılan emirde, kışlanın yapılması için gerekli hazırlıkların tamamlanması, özellikle deniz kenarında bir yer seçilmesi isteniyordu. Deniz kıyısında kışla yapılabilecek büyüklükte bir arsa bulunmadığından, saymış olduğumuz ticarethane ve evlerin satın alınarak yıkılması, denizin doldurulması ve açılacak bölgede kışla binasının yapılması kararlaştırılmış ve bu çalışmalar sonrasında 1829 yılında ünlü Sarı Kışla tamamlanarak, faaliyete girmiştir. Katip-oğlu konağının idari bir bina olarak kullanılmaya başlanması ve Sarı Kışlanın 1829 da bitirilmesiyle kamusal bir mekanın oluşumunun ilk evresi tamamlanmıştı.

Rıhtımın Oluşturulması
İzmir'in idari merkezi olarak Konak Meydanının oluşmasının ikinci evresi, 1850'li yıllarda başlamıştır. Bu bağlamda yapılan yatırımların başında yeni rıhtımın inşası (1867-1876) gelmektedir. Rıhtım projesi, İzmir'in eski limanı yani iç limanın doldurulması sonucunu da doğurduğundan, kentin denizden görünümü iyiden iyiye değişiyordu. Bu değişim iç liman girişindeki Liman kalenin yıkılmasıyla iyice belirginleşti.

Hastane
Türkler dışındaki bütün toplulukların İzmir'de hastanesi olduğu halde, Türklerin ilk hastanesi 1849'da Gureba-yı Müslimin adıyla inşa edilir. 1909'dan sonra yaygınlaşan memleket hastaneleri kapsamında, eski hastane 3. bloku yapılarak genişletilir.

İdadi/Adliye
1886 Temmuzunda İzmir İdadisi olarak eğitim faaliyetlerine başlar. İşgal döneminde işgal komiserliği tarafından mahkeme olarak kullanılır ve bu işlevini 1922 den sora 1970'de yanıncaya kadar sürdürür.

Hapishane
1838 Brüksel anlaşması, tüm Osmanlı ülkesinde olduğu gibi, İzmir'de de bir hapishanenin açılmasını gerekli kılmıştır, bunun üzerine, Cezayir hanı hapishane olarak kullanılmaya başlanmıştır. Hükümet Konağının yapılması sırasında vilayet hapishanesinin de inşası gündeme gelmişse de, ancak 1912 yılında günümüzde Konak'ta çok katlı otopark olarak kullanılan yerde hapishane yapılmıştır.

Saat Kulesi
Saat kulesi, konak önü veya kışla meydanı olarak bilinen alanın ortasına yakın bir yerde, dönemin valisi Kamil Paşa ve Belediye Reisi Eşref Paşa'nın gayretleriyle inşaatına 1 Eylül 1900 tarihinde başlanmış ve yaklaşık bir yıl süren bir yapım süresinden sonra, dönemin Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit'in 25. cülus (tahta çıkış) kutlamaları çerçevesinde 1-Eylül-1901 tarihinde törenler ve şenliklerle açılmıştır.
Asansör
İzmir'in Karataş semtinde, Mithatpaşa Caddesi'nden yaklaşık 40 metre yükseklikteki Halil Rıfat Paşa Caddesine çıkmak için, 1907'de İzmir tüccarlarından Nesim Levi tarafından yaptırılmıştır. 1942 yılında bir başka işadamı Şerif Remzi Reyent'e devredilen asansör, 1977 yılında belediyeye bağışlanmıştır.

Kordon
1860'lı yıllara kadar İzmir'de düzenli liman ve rıhtım bulunmamaktaydı, bu durum, gemilerin yükleme ve boşaltma işlemlerinde güçlük yarattığı gibi, kaçakçılığa da büyük çapta olanak sağladığından gümrük gelirlerinde önemli kayıplara yol açmaktaydı. 1860'lı yılların ortalarında demiryolu hatlarının işletmeye açılması ve yöreden gelen malların akışının hızlanması ve artması nedeniyle, büyük tonajlı gemilerin rahatça yanaşıp, yükleme boşaltacak yapabilecekleri bir rıhtıma ihtiyaç duyulmuştur. 1867'de J. Charnaud, A. Baker ve G. Guerracino adlı İngiliz tüccarların kuracakları kumpanyaya Rıhtım inşaatının imtiyazı verilmiştir. Şirket 1869'da inşaata başladı ve rıhtımın önemli bir bölümü, 1876 yılında tamamlanarak hizmete açıldı. İngilizler'in Alsancak Garını kurmaları, ardından Gümrük önünden Alsancak'a kadar Rıhtım yapılması ve rıhtıma tramvay hattının döşenmesi, İngilizler'i ticari ilişkilerde ön plana çıkarmıştır. Birinci Kordon'a döşenen tramvay hatları ile gündüzleri yolcular taşınırken, geceleri tramvay hattında çalışan tren katarları, Alsancak Garı'na gelen malları Birinci Kordon'dan geçirerek İzmir Limanına taşıyarak, gemilere yüklenmesine yardımcı olmaktaydı.

Alsancak Garı
1856 yılında İzmir-Aydın demiryolu hattının yapılması için imtiyaz, İngiliz girişimci Wilkin ve dört arkadaşına verildi. İmtiyaz 1857 yılında "İzmir'den Aydın'a Osmanlı Demiryolu" kumpanyasına devredildi ve Alsancak Garından başlayan 133 kilometrelik İzmir-Aydın demiryolu hattı, 1866 yılında hizmete açıldı.

Kızlarağası Hanı
İzmir'in ticari etkinliklerinin başlaması üzerine, XVIII. yüzyıldan itibaren denize yakın ticaret bölgesinde hanlar inşa edilmeye başlanmıştır. Hanlar, İzmir'in Osmanlı-Türk çehresini yansıtan binalardır. Bu binalardan günümüze kalan örnekler son derece azdır. Günümüzde restore edildikten sonra önemli bir merkez haline gelen Kızlarağası hanı, 1744 yılında Sultan I. Mahmut'un Kızlarağası Hacı Beşir Ağa tarafından yaptırılmış, iki katlı, dört kapılı bir handır.

Hisar Camii
Hisar Camii adını, yapıldığı dönemde yanıbaşında bulunan Hisardan almıştır. Bu camii İzmir'in tarihsel iş merkezinde olup, 1597 yılında Yakup Bey tarafından yaptırılmıştır. Ortadaki büyük kubbesi sekiz adet fil ayağı üzerinde durmakta, yanlarda üçer büyük, arkada üç küçük ve son cemaat yerinde de yedi küçük kubbesi ile tek şerefeli minaresi bulunmaktadır. Mihrap, minber ve vaaz kürsüsü son derece özenle süslenmiş olup, günümüze oldukça sağlam bir biçimde ulaşmıştır.

Yalı (Konak) Camii
XVIII. yüzyılda yapıldığı dönemde deniz kenarında bulunduğu için Yalı ismini alan bu camii, Ayşe hatun ismiyle de anılmaktaydı. Caminin yapım tarihi hakkında 1755 ve 1774 olmak üzere iki farklı tarih ileri sürülmektedir. Ancak XVIII. yüzyıla ait olan bu eseri, İzmirli Ayşe Hatun, deniz kıyısındaki medresesinin avlusuna Kütahya çinileriyle bezeli, tek minareli zarif biçimde yaptırmıştır.

Cumhuriyet Meydanı ve Atatürk Anıtı
1922 yangını sonrasında İzmir'in imar çalışmaları içinde en önemli kazanımlarından birisi, hiç kuşkusuz Cumhuriyet Meydanı ve bu meydanda yer alan Atatürk anıtıdır. Meydan ve anıt, kentsel planlama bakımından en önemli göstergelerinden birisidir. 1925 yılında yapımı tasarlanan meydan ve anıt, ancak 1929 yılında projelendirilmiş ve İtalyan heykeltıraş Canunica'ya ısmarlanmışsa da, ekonomik bunalım nedeniyle ancak 1932'de dönemin Belediye Reisi Behçet Uz'un çabaları ile tamamlanabilmiştir.

İzmir Milli Kütüphane ve Elhamra Sineması
Türkiye'nin Milli adını taşıyan ilk Kütüphanesi olan İzmir Milli Kütüphanesi, İttihat ve Terakki Fırkası'nın çabalarıyla, 1912 yılında okumuş, kültürlü Türk gençlerinin yetiştirilmesi amacıyla, Beyler Sokağındaki Salepçi-zade Konağının selamlık bölümünde hizmete girmişti. Bu günkü binasının yapımına 1922'den sonra başlanarak, 1926 yılında Elhamra Sineması tamamlanarak hizmete açılmış, kütüphane binası ise 1933 yılında tamamlanabilmiştir. Bu anıt eserin projesi Mimar Tahsin Sermet Bey tarafından Neo-Klasik tarzda hazırlanmıştır.

Türkiye sadece istanbuldan mı ibaret?

Ülkemizde her şey istanbul olmaya başladı. F1 yapılacağı zaman İzmir olmasın diye istanbulda şehre uzak bir yer yapıldı ama istanbul zaten pek çok şeye aynı anda ev sahipliği yapmak zorunda olduğu için ve trafik zaten karmaşadan ibaret olan bir şehirde üst üste kaçak kat çıkıp yeni bir şeyler yapma çabasındalar. Ama her şeyi ben yapacağım derseniz elinize yüzünüze bulaştırırsınız.

Başka kentler hiç bir şeyi başaramaz beceremez sadece istanbul her şeye layıktır anlayışına en güzel cevap Universiade olmuş bırakın Türkiyeyi oyun tarihlerinin en katılımcı en başarılı organizasyonu olarak kabul görmüştür.

Şimdi sırada Expo 2015 var İzmir bunun da üstesinden gelecek ve sığ düşünceli insanlara ufkunu genişletmeleri için bir pencere daha açacaktır.

Expo 2015 tanıtım filmi



Universiade Açılış Töreni Havai fişek görüntüleri



Universiade reklam filmi

Müzik eşliğine İzmir manzaraları

Biz izmirliler fanatiğizdir diğer şehirlerde pek rastlanmayan inatçı ve sınır tanımaz bir sevgiyle bağlıyız şehrimize.


İzmirli olmak sorumluluk ister



İzmirli olmanın verdiği ağır bir sorumluluk var üzerimizde biz bu ülkenin en aydınlık en çağdaş ve milletine bayrağına en bağlı kenti olmakla övünüyorsak bu sadece bize yaftalar yapıştıranlara cevaben değil kalbimizden böyle geçtiği içindir.

Şimdi oralarda olmak vardı...



Denizin yaşam bulduğu kent. İzmir. Tarihinde suya yakın her kent mutlaka haşır neşir olmuştur onunla ama bir başkadır sahilde oturup güneşin batışını izlemek kordonboyunda.

İmbat esintisiyle deniz iyotlu yosun kokusunu şehrin her tarafına taşırken her nefeste denizi solur izmirli.

Karanın açık denizlere sığınak olsun diye kol kanat gerdiği bir liman şehri olsada sahil kasabası havasında sakin ve dingin bir yaşamı vardır egenin.

Şimdi kordonda olmak vardı...